Otururken Cep Telefonunu, Cüzdanını ve Sigara Paketini Masaya Koydu

26 Eylül 2000: Ozan Batılı, İstanbul Silivri'de yaşamakta olan 22 yaşında bir gençti. Askere daha gitmek istemediği için, Açıköğretim İşletme'de okuyordu, ama sadece sınavlara giriyordu. Zamanının çoğunu, liseden kankalarıyla birlikte sahildeki çay bahçelerinde geçirmekteydi.

Ozan aynı zamanda çok da bakımlı bir delikanlıydı. Her sabah yarım saat saçlarını yapar, parfümlerini sıkar öyle çıkardı evden. Mahallenin en çapkın delikanlısıydı. Ağzı iyi laf yapardı, ama en büyük kozu o kasıla kasıla yürümesiydi.

10 sene önce bugün, yine kankaları Doğuş ve Ahmet'le buluşmak üzere sahile iniyordu. Her zamanki çay bahçesinde buluşacaklardı. Denize baka baka çaylarını içecekler, yine kızlardan konuşacaklardı.

Sahil Çay Bahçesi'ne girdiğinde, her zamanki masalarında oturan Ahmet ve Doğuş'u gördü. Kafasını eğip selam verdi, sonra yanlarına gitti. Tam oturacakken, gözü iki masa ilerideki kıza takıldı!

Bu kız öyle bir kızdı ki, daha önce bu kadar güzel bir varlık görmemişti Ozan! Biraz yazdan kalma ılık, ama biraz da sonbaharın getirdiği hafif serin bir havada, beyaz uzun bir elbise giymişti kız. Bir elbise bir insana bu kadar yakışabilir miydi?

Ya saçları? Upuzun dalgalı saçları, sırtından aşağıya iniyordu. Dolgun dudakları, hafif bir parlatıcıyla renklendirilmişti. Hafif kalkık burnu, ince kaşları ve kahverengi gözleri 2 masa öteden bütün ayrıntısıyla seçilebiliyordu. Bacak bacak üstüne atmış, ellerini kucağında kavuşturmuş oturuyordu.

Derken, yüzünü Ozan'ın olduğu yere doğru döndü ve Ozan'la göz göze geldiler! Ozan, ikinci ve beşinci interkostal aralıkları arasında derin bir sancı hissetti! Ve Ozan, bu kızı ayarlıyabilmesi için sadece saniyeleri olduğunu o anda anladı!

Düşünceler, ışık hızıyla Ozan'ın aklından geçiyordu. Hangi taktiği uygulamalıydı? Başka kızlara uyguladığı taktikler bu kızda işe yaramazdı, bu kız bambaşkaydı! Yepyeni, daha önce hiç denenmemiş bir şey denemeliydi bu kızı etkilemek için!

Ve o anda hamlesini yaptı! Daha sonra bütün dünya tarafından çok konuşulacak o hamle, tamamen istemsiz olarak yapıldı!

Önce elini sağ arka cebine atıp, deri cüzdanını eline aldı Ozan. Ve hemen arkasından, sol arka cebindeki cep telefonunu çıkarttı. Son olarak da, sağ ön cebinden sigara paketini çıkartıp, bu muhteşem üçlüyü elinde üst üste yerleştirdi.

Yüzüne umursamaz bir ifade yerleştirdi. Sanki hiç bir şeyi umursamıyormuş gibi cool bir ifadeydi bu. Ve bu ifadeyle etrafa boş bir bakış atarak sandalyesine otururken, sağ elinde topladığı muhteşem üçlüyü de yavaşça masanın üstüne koydu!!!

İşte tarihte ilk kez bir delikanlı, masaya otururken cep telefonunu, cüzdanını ve sigara paketini masaya koymuş oldu!

Bu tamamen istemsiz gerçekleşen tarihi olay sonrası, kızın resmen bütün yağları eridi. Böyle karizmatik bir hareketten sonra, ayağa kalkarak Ozan'ın yanına kendisi geldi. Ozan'ın başka hiç bir şey yapmasına gerek kalmamıştı, tek bir hareketle kızı tavlamayı başarmıştı!

O günden sonra bu hareket, bir çok genç tarafından uygulanmaya başlandı ve bütün dünyaya yayılarak, Delikanlılığın Kitabı'nın yeni baskısındaki yerini aldı. Ne zaman bir cafeye, bir çay bahçesine gidilse, cep telefonu, cüzdan ve sigara paketinden oluşan bu muhteşem üçlü hep masaya konuldu.

Günümüzde de bu hareket hala en çok başvurulan kız tavlama tekniklerinden birisi olarak gösterilmektedir. Ozan Batılı'nın ismi de bu sayede, gelmiş geçmiş en büyük çapkınlar arasındaki yerini almıştır.
FriendFeed ile Paylaş

Facebook'a Çocukluk Resmini Ekledi

25 Eylül 2008: Tarihte bugün ilk kez bir kız, Facebook isimli sosyal paylaşım sitesinde kendi çocukluk resmini paylaştı!
Zeynep Onbeşer, günün çoğu vaktini Facebook başında geçiren bir hanım kızdı. Üniversite 2. sınıfa gidiyordu, ama derslerde yoklama olmadığı için sabahları uyumayı tercih ediyordu. Uyandığında da Facebook'a giriyordu.

Facebook yüzünden okula gidemediği için de, arkadaşlarıyla sadece Facebook üzerinden görüşüyordu. Arkadaşları buluşuyorlar, gezmelere gidiyorlar, ortamlara akıyorlardı. Ama o bunları sadece Facebook'a eklenen fotoğraflardan takip ediyordu, bu fotoğrafların altına yorum yazıyordu.

Ama bir süre sonra Zeynep, arkadaşlarında kendisine karşı bir soğukluk hissetti. Nedense paylaştığı videolara yapılan yorumlar azalmış, hatta biraz daha zaman geçince artık paylaştıklarını Beğen'memeye başlamışlardı. Paylaştıkları öylece boş boş duruyordu.

Zeynep'in hoşlandığı birkaç oğlan da vardı arkadaş listesinde. Daha önceden fotoğraflarının altına yorum yazan oğlanların artık bütün ilgisi kaybolmuştu.

İşte bu yüzden bu ilgiyi nasıl geri kazanacağını düşünmeye başladı Zeynep. Önce bir kaç kız arkadaşının fotoğraflarının altına "Canım çok güzel çıkmışsın" şeklinde yorumlar yazdı; ki arkadaşları da ona yazsınlar diye. İşe yaramayınca bir kısım eski, unutulmuş komik videoları tekrar paylaştı, ama o da işe yaramadı.

Derken aklına cin gibi bir fikir geldi! Tabii o anda bütün dünyayı değiştireceğinin farkında olmayı bırakın, bu fikrin işe yarayacağından bile şüpheliydi. Ama yine de son çare olarak denemeye karar verdi.

Dolabının alt çekmecesini açtı, üstü toz tutmuş bir kaç eski fotoğraf albümünü çıkartıp karıştırmaya başladı. "Heh tamam işte bu!" diyerek bir fotoğraf çıkartıp masasına koydu. Ardından dijital fotoğraf makinesini alıp, fotoğrafın fotoğrafını çekti.

Çektiği bu fotoğraf, Zeynep'in şirin bir çocukluk resmiydi! Hemen fotoğrafı bilgisayara aktardı ve dünyayı değiştirecek o büyük hamleyi yaptı: Çocukluk resmini Facebook'a ekledi!

Resmi ekler eklemez, Zeynep'in arkadaşları şok oldular! O güne kadar çeşitli marjinallikte bir sürü fotoğraf eklemişler, ama hiçbirinin aklına çocukluk resmini eklemek gelmemişti! İşte o anda, Zeynep'in ne kadar zor durumda olduğunu anladılar. Zeynep'i ne kadar ihmal ettiklerinin farkına vardılar, ve o fotoğrafın altında bir sürü yorum yazdılar. Bir sürü insan o fotoğrafı beğendi! "Zeynepçiğim çok tatlıymışsın!!" şeklinde yorumlar da unutulmadı.

Ve o günden sonra Zeynep'in morali düzelerek eski güzel günlerine geri döndü. Zeynep'in bu olağanüstü girişimi sonucunda, bütün dünyadaki umutsuzlar için yeni bir umut kapısı doğdu. İntiharı düşünen insanlar, yaşama Zeynep sayesinde tekrar tutundular. Hepsi, Facebook'a çocukluk resimlerini eklemeye başladılar, böylece hepsinin fotoğraflarına yorumlar yapıldı ve hepsi tekrar çok mutlu oldular, hayatlarına devam ettiler.
FriendFeed ile Paylaş

Boş Görünmemek İçin Cep Telefonunu Karıştıran Adam

21 Eylül 1998: Tarihte bugün ilk kez bir adam boş boş dururken sırf boş görünmemek için cep telefonunu çıkartıp karıştırdı.

Kırklareli'nin Lüleburgaz ilçesinde yaşamakta olan Kaan Badıllı, o gün sevgilisiyle buluşmak üzere çarşıya inmişti. Daha ikinci buluşmaları olacaktı, bu yüzden çok heyecanlıydı. En pahalı gömleğini giymiş, saçlarını jöleyle dikmiş, en güzel parfümünü sıkmıştı. Özellikle kızların olmak üzere herkesin bakışlarını üzerinde hissedebiliyordu.

Çarşıdaki orduevinin köşesinde ayakta bekliyordu. Sevgilisi Simge'yle orada buluşmayı planlamışlardı. Ama tam 15 dakikadır orada hiç bir şey yapmadan ayakta dikiliyordu. Kollarını bir beline koyuyor, bir kucağında kavuşturuyor, bazen elini çenesine götürüyor, bazen de burnunu kaşıyordu. Can sıkıntısından ne yapacağını şaşırmıştı.

Bir süre sonra yanından geçen insanların bakışları da batmaya başladı. Yanından birisi geçti mi, "Acaba üstümde bir şey mi var?" diye düşünerek üstünü başını kontrol etti önce.

Biraz daha zaman geçince, sanki insanların "Kaç saattir ayakta dikiliyor yapçak işi mi yok acaba?" diye düşündüklerini hissetti. Sanki herkes uzaktan onu izliyor, ne yapıyor diye bakıyorlar, sonra da "Yazık, sevgilisini bekliyor heralde. Kız kesin gelmeyecek bu saf da orada bekliyor" diye onunla dalga geçiyorlardı.

O anda iyice paranoyaklaştı. Ne yapacağını bilemez bir halde paranoyadan titremeye başladı. Sanki panik atak geçiriyordu. Derken, tarihteki o çok önemli hareketi gerçekleştirdi!

Elini arka cebine attı, Ericsson marka cep telefonunu çıkarıp eline aldı. İlk önce telefonla ne yapacağını bilemedi, sonra menüye girdi ve menüde ileri doğru teker teker gitmeye başladı. Başa döndüğünde durmadı, sürekli ileri tuşuna basarak menüde ilerledi. Ve böylece, sırf boş görünmemek için cep telefonunu karıştıran ilk insan olarak tarihte geçti!

Menüde gezinirken, sanki insanların ona karşı bakışları da değişmişti! Sanki insanlar şu anda onu daha saygın bir kişilik olarak görüyorlardı. Telefonu hiç susmayan ve sürekli mesaj yazmakla uğraşan meşgul ve sosyal bir yakışıklı! Ne kadar da karizmatikti o anda!

O tarihi andan sonra, ne zaman insanların çok geçtiği bir yerde birisi beklese, cep telefonunu çıkartarak onu karıştırmaya başladı. Böylece hem beklerken zamanın daha çabuk geçmesini sağladı, hem de etraftaki insanların kötü bakışlarından kurtuldu.

Kaan Badıllı'nın insanlığa bu hediyesinin yanı sıra, bir de teknolojiye yaptığı büyük katkı vardı. Kaan Badıllı'nın bu tarihi hareketi sonrası kollarını sıvayan cep telefonu üreticileri, ilk önce telefonlar için oyun ürettiler, daha sonra şarkı dinleme gibi özellikler geliştirdiler. Böylece cep telefonlarının gelişme süreci de hızlanmış oldu.

FriendFeed ile Paylaş

Taze Dökülmüş Betona Ayak Bastı

19 Eylül 1873: Tarihte bugün ilk kez bir adam, taze dökülmüş betona ayakkabısıyla basarak tarihe iz bıraktı.

Daha önceleri gerek sahilde kuma ayak basmak suretiyle olsun, gerek ayağı boyaya sokup taşa basmak suretiyle olsun, tarihe iz bırakmak için yapılan çeşitli yollar vardı. Fakat ne yazık ki bu yollar o kadar da kalıcı değillerdi, bir süre sonra tarihten siliniyorlardı.

Fakat daha sonra, çimento keşfedildi ve daha sağlam, daha kalıcı bir yapı malzemesi geliştirilmiş oldu.

Amerikalı devlet memuru Jack Nicky, o gün belediye binasından çıkmış evine doğru yürümekteydi. Kasvetli bir hava vardı, sanki keşişleme öncesi sessizlik gibiydi.

Yolunun üzerinde büyük bir bankanın yeni binasının inşaatı vardı. Tamı tamına 6(altı) katlı olacak olan bu görkemli bina, son teknoloji kullanılarak üretilmekteydi.

Binanın kaba inşaatı bitmiş, iç dizaynı ve çevre düzenlemesi yapılmaktaydı. Binanın önündeki kaldırımlar, son moda çimento kullanılarak yapılmaktaydı. Taze çimento dökülüyor, sonra da kuruması bekleniyordu.

Daha önce hayatında taze dökülmüş beton görmemiş olan Jack, çabuk adımlarla evine doğru yürümeye devam ediyor, bir yandan da içinden müdürüne küfür ediyordu. Bugün yine onu çok çalıştırmıştı.

Böyle içinden küfürler ede ede yürürken, bankanın inşaatına vardı. Ama gözüne hiçbir anormallik çarpmadığı için, hiç istifini bozmadan yürümeye devam etti. Derken, ayağı bir bataklığa girmiş gibi oldu!

Neye uğradığını şaşıran Jack, aslında tarihi bir hamle yaptığının farkında değildi! Ayağı, taze dökülmüş betona basmıştı! Ama bir anormallik olduğunu fark edince, hemen çabuk bir hamleyle kendisini kenara attı.

Bir ayakkabısına, bir de ayak bastığı yere baktı. Bir küfür bastı, neye bastığını anlamasa da onu oraya koyana küfür ede ede yoluna devam etti. Ne yazık ki, ayak izinin orada uzun süre kalacağını bilmiyordu.

Jack'in ayak bastığı yer daha sonra kurudu ve ayak izi orada yıllarca kaldı. Ama onu ilk fark edenler, inşaat işçileri oldular. İlk gördüklerinde onlar da bastılar küfürü, fakat daha sonra bu iz kendilerine çok çekici gelmeye başladı. Sanki kendileri de aynı şeyi yapmak zorundaymışlar gibi hissediyorlardı. Bir gücün kendilerini çektiğini hissediyorlardı.

Ve 2 ay sonra alt sokaktaki bir alışveriş merkezi inşaatında ikinci bir ayak izine rastlandı! Daha sonra şehir merkezindeki cami inşaatında bir başka ayak izi görüldü. Derken, önce Amerika'da, sonra dünyanın dört bir yanında betonlarda ayak izlerine rastlanmaya başlandı. Hatta bir süre sonra, köpek ve kedi ayak izleri bile görüldü kimi yerlerde.

Bu yeni oluşan akım kendisine çok fazla temsilci buldu. Daha sonra kimi psikologlar, bu hareketlerin sebeplerini araştırarak insanın bilinçaltına dair yeni bulgular keşfettiler ve bunları insanlığın faydasına sundular. Kimi rehabilitasyon merkezlerinde, taze dökülmüş betona hastaların ayak basmaları sağlanarak tedavileri gerçekleştirildi. Los Angeles'ta ünlülerin ayak izlerinin bulunduğu bir bulvar açıldı.

Ama ne yazık ki o ilk ayak izini kimin yaptığını bazı ünlü tarihçiler ve araştırmacılar dışında kimse bilmedi ve Jack Nicky isimli o saygın şahsiyet tarihte kayboldu sanıldı. Taa ki tarihe damga vurduğu hareketin 137. yılında biz açıklayana dek. Teşekkürler Jack, seni hiç unutmadık!
FriendFeed ile Paylaş

Denizden Çıkan Babasını Yedi

13 Eylül 1974: Tarihte bugün bir adam, denizden çıkan babasını yedi.

Bir balıkçı kasabasında yaşayan Faruk Kalkan, balıkçılıkla geçiniyordu. Deniz kenarında küçük bir evde babasıyla birlikte yaşıyordu. Deniz ürünlerine bayılırdı, sabah akşam balık, midye, kalamar vs. yerdi. Kendisine en sevdiği yemek sorulduğunda, "Her türlü deniz ürününü severim. Denizden çıkan herşeyi yerim. Denizden babam çıksa yerim!" cevabını verirdi.

Faruk Kalkan bir sabah uyandığında evindeki buzluğa bakınca hiç balık kalmadığını görünce şok olmuştu. Karnı çok acıkmıştı ve balık sezonu henüz açılmamıştı! Balık olmadan açlıktan ölebilirdi!

Paniğe kapılan Faruk Kalkan, aceleyle babasının odasına koştu, ama babası odasında değildi. Ne yapacağını şaşıran Faruk Kalkan, koşarak evden çıkıp sahile doğru gitti.

Babası Şahin Kalkan, sabah erkenden uyanıp denize yüzmeye gitmişti. Denizde yüzerken, oğlunun panik içinde evden çıktığını gördü. Ne olduğunu öğrenmek için kıyıya yüzdü ve denizden çıkmaya başladı.

Babasının denizin soğuk sularından çıktığını gören Faruk Kalkan, midesinden gelen seslere engel olamayarak babasına saldırdı ve onu bir lokmada yutuverdi!

Komşuların haber vermesiyle olay yerine gelen polis ekipleri, Faruk Kalkan'ı tutuklayıp cezaevine götürdüler. 2 ay tutuklu kaldıktan sonra doktor raporuyla akli dengesinin yerinde olmadığı kanıtlanan Kalkan, daha sonra serbest bırakıldı.
FriendFeed ile Paylaş

12 Eylül 1980

12 Eylül 1980: ............................

FriendFeed ile Paylaş

Sandaletin İçine Beyaz Çorap Giydi

10 Eylül 1989: Takvimler 1989 yılının 10 eylülünü gösterirken, tarihte ilk kez birisi sandaletin içine beyaz çorap giyerek sokağa çıktı.

Mesut Güler, 56 yaşında bir emekliydi. Her yıl haziran ayı geldi mi eşiyle birlikte doğru Ayvalık'taki yazlığına gider, eylül ayı ortalarına kadar da yazı orada geçirirlerdi. Gündüzleri erkenden kalkar, yazlığının balkonunda kahvaltısını yapar, gazetesini okur, akşamları da arkadaşlarını çağırıp okey oynarlardı.

O sene yaz biraz serin geçmişti. Eylül ayı geldiğinde, hava daha da soğudu. Ama Mesut abi(amca denmesinden hoşlanmıyordu), eşinin "hadi dönelim artık İstanbul'a, havalar soğudu" demelerine rağmen yazlıkçı modundan çıkamıyordu. Daha zamanı gelmemişti.

Hala kısa şortlarla, bel çantalarıyla gezerken, 10 Eylül sabahı kalktığında biraz hayalkırıklığına uğramıştı. Hava bulutluydu ve iyiden iyiye soğumuştu. Eşi Melahat Hanım, yine aynı isteğini tekrarladı, eve dönelim artık dedi. Yine de Mesut abiyi ikna edemedi. Emekli olduktan sonra artık iyice inatçı birisi olup çıkmıştı. Bu durumu da inat meselesi yapmıştı.

Eşi kahvaltıyı hazırlarken, onun da gidip gazete ve ekmek alması gerekiyordu. Balkona çıkıp hava nasıl diye baktı, gerçekten üşümüştü. Yine de yazlıkçı modundan çıkıp kalın şeyler giymeyi gururuna yediremiyordu. Ne yapsam diye düşünmeye başladı.

Melahat Hanım mutfakta kahvaltıyı hazırlıyordu. Mesut abinin evden çıkıp kapıyı kapattığını duydu sadece. İşine devam etti.

Mesut abiyi sokakta görenler gözlerine inanamadılar. Başında şapkası, üstünde kısa kollu bir gömlek, altında bermuda şort şeklinde kısa bir eşofman. Ama asıl olay, ayakkabılardı! Beyaz çorap giymiş, üstüne de sandaletleri çekmişti!

Mesut abinin tek yaptığı, hava soğuk olduğundan ayakları üşümesin diye çorap giymekti. Ama tabii ki onu ilk görenler kendilerini gülmemek için zor tuttular. Oysa ki Mesut abinin o anda yaptığının yeni bir moda akımı yaratmak olduğunu hiç biri bilmiyordu tabii ki!

Mesut abiyi o gün görenler arasında, zamanının büyük modacılarından biri de vardı. Bu modacı bu tasarımdan o kadar etkilenmişti ki, Paris'e geri döndüğünde bunu kendi kreasyonlarında kullanmaya başladı. Bu kreasyonlar modada adeta bir devrim yarattı, yeni bir akım başlattı!

O günden sonra sandalet içine (beyaz) çorap giymek iyice yaygınlaştı, moda oldu. O ünlü modacı daha sonraları yaptığı röportajlarda, "Böyle bir akımı nasıl başlattınız?" sorularına hep aynı cevabı verdi: "Aslında bu akım için, Ayvalık'ta gördüğüm bir adama teşekkür etmek istiyorum. Bu kreasyon aslında benim değil, onun fikridir. Ben sadece biraz daha şekil kattım."

Böylece Mesut abi, tarihteki yerini almış oldu. Onun bu cesur hamlesi ile bugün insanlar sandalet altına beyaz çorap giyebiliyorlar.
FriendFeed ile Paylaş

Kumandayı Dizine Vuran Adam

6 Eylül 1994: Tarihte bugün ilk kez bir adam çalışmayan televizyon kumandasını dizine vurarak çalıştırmayı denedi.

Olayın asıl kahramanı Metin Kaçık, koyu bir Bizimkiler hayranıydı. En çok da "Benim Adım Cemil" karakterini sever, boş zamanlarında onun taklidini çalışır, arkadaş ortamlarında da uygulardı.

İşte 93 senesinin 6 eylül akşamı TRT'de haberleri izliyordu Metin, spor haberlerini. 3 kişilik geniş çekyatına uzanmış, başının altına yastığını koymuş, bir elinde de kumandası vardı. Rahatı yerindeydi, kalkmaya hiç niyeti yoktu.

Spor haberleri bitti, Metin tembelce uzaktan kumanda üzerindeki 2 tuşuna bastı, ama hiç bir şey olmadı. Tekrar bu kez daha sert bastı, ama yine kanal değişmedi...

Zaman geçiyordu, dizinin başını kaçıracaktı, kumanda çalışmıyordu ve yerinden kalkmaya da çok üşeniyordu! Yani çok zor bir durumdaydı!

Düğmeye bastı, bastı, daha da sert bastı, derken en sonunda sinirlenip kumandayı dizine sertçe vurdu!!! Tamamen istemdışı olarak sinirden yapılmış bir hareketti, ama mucize o anda gerçekleşti!

Metin 2 tuşuna bastığı anda, kanal değişiverdi!!! Kumanda tekrar çalışıyordu! Nasıl olmuştu bilmiyordu ama bir mucize gerçekleşmiş ve kumanda çalışmıştı.

Ama bu sevinci birden kursağında kaldı. Çünkü değiştirdiği kanalda Bizimkiler değil, bambaşka bir program vardı! O anda kafasına dank etti; Bizimkiler bu hafta başlamıyordu ki, dizi daha tatildeydi!!!

Yaşadığı bu büyük hayalkırıklığıyla boğuşurken, kumandanın mucizesini unutuverdi. Ne zaman ki ertesi gün tekrar kanalı değiştirmek için kumandayı kullanmaya çalıştı, kumandanın çalışmadığını tekrar fark etti. Ve o anda da, önceki gün başarmış olduğu mucize aklına geldi ve aynı tekniği uygulayarak kumandayı tekrar çalıştırmayı başardı.

Bu tekniği en yakın dostu Mustafa'yla paylaşı; Mustafa o akşam karısıyla paylaştı; karısı ertesi gün mahallenin kadınlarıyla altın gününde bunu paylaştı ve bu teknik yayıldı. O günden sonra, kumanda tamircileri işsiz kaldılar.

Günümüzde artık çok yaygın olan bu teknik, neredeyse herkes tarafından uygulanmakta. Ama ne yazık ki çok az kişi, bu tekniğin Metin Kaçık'ın eseri olduğunu bilmektedir.
FriendFeed ile Paylaş

Kolaya Su Katan Anne

5 Eylül 1975: Tarihte bugün ilk kez bir anne, daha az zararlı olsun, asitini alsın diye çocuğunun kolasına su kattı.

İngiltere'nin Bristol şehrinde hayatlarını sürdüren Brown ailesi toplamda 3 kişiydi; Mr Brown, Mrs Brown ve 3 yaşındaki çocukları David Jr. Brown. Şehrin dış kesimlerinde kendilerine ait bahçeli bir evde yaşamaktaydılar. Mr ve Mrs Brown ikisi de ilkokul öğretmeniydiler.

Evleri pembe panjurluydu, pencerelerinden bembeyaz çiçekler sarkmaktaydı. Bahçeleri büyük olmamakla birlikte, yaşlı ve büyük bir çam ağacı bulunmaktaydı. Bu ağacın dallarından birine de küçük David için bir salıncak asılıydı.

Mr ve Mrs Brown, modern anne babalardı. Bir sürü gelişim kitabı okuyor, küçük David'i ona göre yetiştiriyorlardı. Hem çok korumacı, ama aynı zamanda da çocukları girişkenliğini kaybetmesin diye gerektiğinde özgürlükçüydüler. David'e hep klasik müzik dinletirler, sağlıklı besinler yedirirlerdi.

75 senesinde bugün, akşam saatlerinde kapıları çalındı. Kapıyı açtıklarında, en sevdikleri komşuları Mr ve Mrs Green ile karşılaştılar. Mr Green, işyerinde terfi almış ve bunu kutlamak için bir şişe şampanyayla gelmişlerdi.

Şampanya hemen patlatıldı ve kadehlere döküldü. Tam içeceklerdi ki, Mrs Green küçük David'i gördü. "Aaaaa, David bize katılmadan olmaz. Bir dakika geliyorum." dedi ve mutfağa koştu. Bir süre sonra elinde bir bardak kolayla geri döndü. "Küçük David'in şimdiden alkolik olmasını istemeyiz değil mi?" diye gülümseyerek bardağı David'e verdi.

Ama o anda Mrs Brown telaşlandı. David'e, sağlıksız olduğunu düşündükleri için kola içirmiyorlardı. Ama Green ailesinin bu mutlu anının tadını da böyle küçük bir şey için kaçırmak istemiyordu. Ne yapacağım diye düşünürken, küçük David bardağı yavaş yavaş dudaklarına doğru götürmeye başlamıştı bile.

Derken Mrs Brown'ın aklına şahane bir fikir geldi. Işık hızıyla mutfağa gidip elinde yarım bardak suyla geri döndü. David'in elinden kola bardağını alıp bir kısmını kendisi içti ve ardından o tarihi hareketi gerçekleştirdi: Kolanın üstüne su ekledi!!!

Hayatında ilk kez kola içecek olan David, sulu kolanın tadını pek yadırgamadı ve sulu kolasını sonuna kadar içti. Bu arada Brown ve Green aileleri de kutlamalarına devam ettiler.

O anda orada bulunan hiç kimse, tarihi bir olaya tanıklık ettiğinin farkında değildi. Küçük David daha sonraki günlerde tekrar kola istedi, Mrs Brown da sulu kola taktiğine devam etti. Bir kaç komşusu bunu gördüler ve onlar da kendi çocuklarına aynı taktiği uygulamaya başladılar. Mrs Brown, kendi okulundaki velilere de tavsiye etti bunu, derken bu uygulama bütün dünyaya yayıldı.

Bugün neredeyse çoğu annenin uyguladığı bu taktiğin mucidi, Mrs Brown'dı. Günümüzde bu uygulamanın, kolaya şeker atılması gibi değişik çeşitleri de ortaya çıkmıştır. Mrs Brown sayesinde anneler hem çocuklarını üzmüyorlar, hem sağlıklarıyla oynamıyorlar, hem de mevcut kolanın daha uzun gitmesini sağlıyorlar.
FriendFeed ile Paylaş

Asansör Çağırma Düğmesine Tekrar Bastı

4 Eylül 1990: 20 yıl önce tam da bugün, asansörü çağırma düğmesine basan birisi, asansörün gelmesi gecikince düğmeye tekrar bastı.

Bear Beach Resort Club Golf Hotel, daha yeni yapılmış ve zamanının en lüks otellerinden birisiydi. 18 katlı olan otelde, tam 8 tane asansör bulunmaktaydı. Ama bu asansörler, o zamana kadar görülmemiş bir özelliğe sahipti. Asansör meşgul olduğunda bile çağırma düğmesine bassanız, düğmenin ışığı yanıyor ve asansör uygun olduğunda hemen çağırıyordu asansörü.

Damızlık ailesi o sene paraya kıymış, şöyle krallar gibi bir tatil yapalım demişti. Ailenin babası Selahat Damızlık, ithalat ihracat işiyle uğraşmaktaydı. Ortaokul terkti, ama hayat üniversitesinde yüksek lisans yapmıştı. İyi bir gelirleri vardı.

O gün arabalarıyla otele gelmişler, resepsiyonda gerekli işlemlerini yapmışlar, odalarına çıkıyorlardı ki birisi gelip bavullarını taşımak istedi. Buyur bakalım genç adam deyip, onun peşine takıldılar, bir sürü asansörün olduğu bir hole geldiler.

Selahat bey, bellboy'dan önce davranıp asansörü çağırma tuşuna bastı, "Yeğenim senin yükün ağır, dert etme ben çağırırım asansörü". Ve bekleyiş başladı... beklediler... beklediler...

En sonunda beklemekten sıkılıp sabrı taşan Selahat Damızlık, ondan sonra gelen bütün bir nesli etkileyecek tarihi bir harekette bulundu. Asansörün gelmesine hiç bir etkisi olmamasına rağmen, asansörü çağırma tuşuna tekrar bastı!!!

Etraftaki insanlar birden Selahat beye dikkat kesildiler. Bellboy ne yapması gerektiğini bilemedi, böyle bir hareket beklemiyordu. Acaba bunu neden yapmıştı ki?

Ve 5 saniye bile geçmemişti ki, asansör geliverdi!!

Etraftaki herkes şok olmuştu. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Acaba.. acaba.. Acaba düğmeye tekrar tekrar basmanın gizli bir etkisi gerçekten olabilir miydi?

Damızlık ailesi asansöre bindiler, odalarına çıktılar. Ama hem bellboy, hem de etrafta bu olaya tanık olanlar bu anı unutamadılar. O günden sonra ne zaman böyle bir asansöre rastlasalar, düğmeye ikinci kez basmamak için kendilerini zor tuttular. Çünkü bunun anlamsız olduğunu biliyorlardı. Ama yine de, dayanamadılar ve her seferinde tekrar tekrar bastılar düğmeye!

O gün bu olaya tanık olanların da etkisiyle, bu efsanevi olay bütün dünyaya yayıldı. Asansör üreticileri her ne kadar böyle gizli bir etki olmadığını savunsalar da, insanların çoğu onlara inanmadı ve düğmeye tekrar tekrar basmaya devam ettiler.

Bugün artık her yerde bulunan bu asansörlerin düğmelerine, beklerken tekrar tekrar basılıyor. Ama bu tekrar tekrar basma olayının ardında, aslında büyük bir felsefe yattığını ne yazık ki çoğu kimse bilmiyor ve çoğu insanın amaçsızca düğmeye bastığını düşünüyorlar.

Selahat Damızlık'ın başlattığı bu akımın temsilcileri, günümüzde hepimizin arasında yaşıyorlar, günlük hayatlarına devam ediyorlar.
FriendFeed ile Paylaş

Duş Alırken Küvete İşedi

2 Eylül 1948: Tarihte bugün ilk kez bir adam duş alırken küvete işedi.

48 yılında bugün, Eric Patrick isimli Amerikan vatandaşı olan berber akşam saatlerinde arabasıyla eve dönmekteydi. O gün bir sürü düğün olduğundan dolayı bir sürü damat traşı yapmış, günü çok yoğun geçmişti. Üstüne üstlük bir de eve dönerken trafiğe yakalanmıştı. Hem çok çalışmış olmanın, hem de trafiğin getirdiği yorgunluklar birleşince, Eric'in tek düşündüğü şey bir an önce eve gidip duş alıp uyumaktı.

Zar zor eve vardığında, yorgunluktan ölüyordu. Kapıda kendisini karşılayan eşi Wendy'e bir öpücük verip, hemen üst kata çıktı ve duşa girdi. Sıcak suyun getirdiği o gevşemeyle iyice rahatladı, daha da gevşedi. Derken, duşta uyuyakaldı!

Eric, bütün gün iş yoğunluğundan dolayı tuvalete gidecek vakit bile bulamamıştı. Duşta uyurken, kulağına gelen o suyun şırıl şırıl akarak çıkarttığı rahatlatıcı sesiyle, yüzünde masum bir gülümseme belirdi. Gevşedi, gevşedi... Tam nirvanaya eriyordu ki, eşi kapıya "tak tak" diye vurdu. "Hadi çık artık tuvalete girmem gerek!"

Bu sesle birden irkilen Eric, bir an nerede olduğunu anlayamadı. Gerçek hayat ile rüyası arasında bir yerde kalmıştı. Nirvanaya giden o yoldaydı hala...

Derken, o tarihi an gerçekleşiverdi! Yorgunluğun üstüne aldığı sıcak duşla iyice rahatlayan Eric, suyun şırıl şırıl sesiyle kendisine daha fazla engel olamamış ve bütün gün tuttuğu çişini şırıl şırıl küvete bırakıvermişti!

O an, Eric'in yüzünde muhteşem bir rahatlama ifadesi okundu! Daha sonra kendisiyle röportaj yapan gazetecilere, "Hayatımda o güne kadar yaşadığım en muhteşem, en rahatlatıcı, en huzur dolu andı!!" diyecekti.

Eric'in duştayken yaşadığı o muhteşem rahatlama, önce komşular arasında merak konusu oldu. Komşulardan deneyenler oldu, sonra onlar da başkalarına anlattılar. Derken bu olay bir fenomene dönüştü! Dünyanın dört bir yanından, duşta işeyen insanların haberleri gelmeye başladı.

Hatta bir dönem, klozet üreticileri telaşlandılar. Kimsenin artık klozete ihtiyaç duymayacağından korkuyorlardı. Ama neyseki bu fenomen, sadece küvete işemekle sınırlı kaldı!

İşte bugün dünyada milyonlarca insanın duş alırken işemesine ön ayak olan kişi aslında Eric Patrick'ti. Eğer zamanında küvete işemeseydi, belki de günümüze kadar hiç kimse buna cesaret edemeyecek ve milyonlarca insan bu zevkten mahrum kalacaklardı..
FriendFeed ile Paylaş

Seni Yeneceğim İstanbul!

1 Eylül 1452: Tarihte bugün ilk kez bir insan, bugün Haydarpaşa Garı'nın olduğu yerden İstanbul'a bakarak "Seni yeneceğim İstanbul!!!" diye bağırdı.

Yıllar önce bugün, Osmanlı Padişahı II. Mehmed "biraz hava alıp geleceğim" diyerek saraydan ayrılmış. Düşünceli bir hali varmış. En sevdiği atına atlamış, vurmuş kırbacı, vurmuş kırbacı...

Karanlık ormanlara dalmış, azgın nehirlerden geçmiş ve bir de bakmış ki kendini İstanbul'un karşısında bulmuş.

Bulunduğu yer, tam olarak şu anda Haydarpaşa Garı'nın merdivenlerinin olduğu yermiş. Atından atlamış, dizginleri elinde tutarak eski İstanbul'a doğru dönmüş yüzünü.

O günlerde II. Mehmed'in kafasında sadece İstanbul'un fethi varmış. Sabah akşam bu fethi düşünüyormuş. Nasıl bir kuşatma yapacak, kaç tane top döktürmesi gerekecek, eğer Bizans Haliç'i zincirle kapatacak olursa ne yapacak gibi sorularla boğuşuyormuş.

Bütün bu düşünceler ve stres yüzünden, o anda o tarihi sözler dökülüvermiş ağzından! Ellerini yanlara doğru açmış, ve bağırmış: "Seni Yeneceğim İstanbul!!!!".

O günden sonra, ne zaman birisi İstanbul'a yerleşmek için gelse, II. Mehmed'in o tarihi sözleri söylediği yere gider ve "Seni Yeneceğim İstanbul!" diye bağırır.

Daha sonra o tarihi noktaya Haydarpaşa Garı yaptırıldı, ama bu gelenek son bulmadı. Gar'ın merdivenlerinde günümüzde hala devam etmektedir bu gelenek. Çeşitli Yeşilçam filmlerinde bu sahne yüzlerce kez kullanılmış, artık klişeleşmiş bir sahne haline gelmiştir. "Sana Yenilmeyeceğim İstanbul!" gibi alternatif bir biçimi bile ortaya çıkmıştır.

İşte bu klişe sahnenin kaynağı, seneler önce II. Mehmed'in söylediği sözlerdir aslında.
FriendFeed ile Paylaş