İstanbul'un Fethi

29 Mayıs 1453: Her sene bugün, insanları öldürerek, barbarca başkasına ait olana el koyarak, güç kullanarak, zorla ele geçirilen bir şehrin fethini kutluyoruz. Kutlu olsun! Her sene olduğu gibi yine bugün de "normalde" savaşa karşı olan sözde savaşkarşıtı gözüken insanlar, İstanbul'umuzun fethinin ne kadar da hayırlara vesile olduğunu, ne kadar da olağanüstü bir olay olduğunu söyleyecekler. Ve insanın sadece insan olduğunu, hangi milletten, dinden, devletten olursa olsun güç kullanarak öldürülmesinin cinayet olduğunu unutacaklar. Üstüne üstlük, insan öldürmeyi, güç kullanarak insanları dize getirmeyi kutlayacaklar da.

İşte o şanlı savaşın şanlı dakikaları geliyor, hem de direkt birinci ağızdan!

FriendFeed ile Paylaş

Dünya Taşa Oturmama Günü

Mayıs Ayı'nın 2. Pazar Günü(1955): 38 yaşında evli ve mutlu bir ailesi olan Dursun Gözünaydın, eşi ve 2 çocuğuyla o pazar günü annesini ziyarete gitmişti. Güzel bir kahvaltıyla başlayan gün, güzel sohbetlerle devam etti ve en sonunda akşamüstü ayrılık vakti geldi. Dursun ve ailesi evlerine gitmek için kapıdan çıkarken, Dursun'un eşi 2 dakikalığına lavaboya gideceğini, diğerlerinin bu arada ayakkabılarını giymelerini söyledi.

Dursun ve çocuklar ayakkabılarını giyip dışarıda beklemeye başladılar. Bir yandan da çocuklar babaanneleriyle konuşuyorlardı. Eşini bekleyen Dursun, annesinin evinin bahçesinde büyük bir taş bulup onun üzerine oturdu ve orada beklemeye başladı.

Ama poposunu taşa dokundurduğu anda annesi kafasını kaldırıp "Taşa oturma hasta olursun!" diye onu ikaz etti! Ani gelen bu tepkiyle irkilen Dursun, "Anne yaaa, 38 yaşına geldim hala taşa oturma diyorsun bana, kocaman adam oldum bana bir şey olmaz:)" diyerek annesine sitem etti.

Eşi lavaboda işini bitirip dışarı çıktı ve hepsi vedalaşıp evlerine döndüler. Gece uyurken karın ağrısıyla birden uyanan Dursun, yatakta bir sağa bir sola kıvranmaya başladı. Onun bu kıvranmalarına uyanan eşi, neyi olduğunu sordu. "Karnım çok kötü ağrıyo yaaaa!!!" diyerek hızla tuvalete koştu Dursun. Tuvalette motoru bozduğunu fark eden Dursun, o anda annesini andı. Taşa oturma dememiş miydi annesi! Niye dinlememişti ki onu?

Annesine ettiği sitem çok ağrına giden Dursun, gerekli mercilere başvurup ne gerekiyorsa yaptıktan sonra o günden itibaren bütün dünyada her yıl mayıs ayının 2. pazar gününün "Dünya Taşa Oturmama Günü" olarak kutlanmaya başlamasını sağladı ve milyonlarca insan, bir gün çocukları olunca anlayacakları annelerini büyük bir sevgiyle anmaya başladılar:)
FriendFeed ile Paylaş

Otobüste Pencere Kenarına Oturan İlk Kadın

30 Nisan 1959: Muş - Muğla seferlerine başlayan Öz İnci Turizm otobüs firması, bu uzun yolculuk için son model otobüsler almıştı. 1 aylığına da promosyon olarak fiyatları %50 indirmişti. Bunu duyan halk galeyana gelerek 1 aylık tüm seferler için gidiş-dönüş bütün koltukları 1 saatte kapatmıştı. Maksat sırf ucuz olduğu için otobüse binmek, ailecek güzel bir otobüs yolculuğu geçirmekti. Tabii bir de iki şehrin ismi söylenirken kulakta bıraktığı güzel tını da büyülemiş olabilirdi.

Feminist hareketlerin Türkiye'de de yavaştan önem kazanmaya başladığı günlerdi. Cemalettin Dudak bir akşam işten eve döndüğünde, feministliğe merak salmış eşi Hafize Dudak'a elindeki biletleri gösterdi. Önlerindeki haftasonu Muğla'ya bir kaçamak yapmak hoşuna gider miydi acaba? Hafize mutlulukla kocasına sarıldı, tabii ki isterdi! Hemen eşyalarını topladılar, otobüsleri 30 Nisan'daydı.

30 Nisan akşamı otogara giderek otobüslerine bindiler. Kendi koltuklarına geldiklerinde, Cemalettin hızlı davranarak cam kenarını kaptı! Cam kenarına oturup etrafa bakmak, manzaranın keyfini çıkarmak o kadar hoşuna gidiyordu ki! Bütün yol boyunca dışarı bakmaktan, karısıyla ilgilenmiyor, bu da Hafize'yi çok üzüyordu. Ayrıca Hafize de camdan bakmayı çok seviyordu, ama kocasıydı sonuçta, kocası ne derse oydu... taa ki o ana dek!

Bir anda feministlik damarı tutan Hafize, cam kenarına oturan kocasını çekiştirmeye başladı: "Oküüüüzzzzz!!! Yontulmamış ayuuu!! İnsan biraz centilimen olur, karısına yer verir!!!". Cemalettin'in kolundan tutarak onu kaldırmaya çalışır, cam kenarına oturacağını söyler! Yüzyılın en kılıbık erkekleri listesinde Top 123'e giren Cemalettin, karısının bu çıkışmalarına bir şey diyemez. Paşa paşa yerinden kalkarak, erkeklik onurunu ayaklar altına alarak, cam kenarına Hafize'nin oturmasına izin verir... O güne dek hiç görülmüş müydü kadın kısmının cam kenarına oturduğu???!!!

İşte tarihte bugün ilk kez yanında kocası olan bir kadın pencere kenarına oturmayı başarabildi!

Otobüsteki diğer insanların ayıplayıcı bakışlarına aldırmamaya çalışan Cemalettin, bütün yol boyunca koridora kafasını uzatarak otobüsün ön camından etrafa bakınmaya çalıştı. O güne dek yaşadığı en sıkıcı yolculuktu!

O günden sonra pencere kenarının zevkini bir kez tatmış olan Hafize, bir daha cam kenarını hiçbir zaman kocasına kaptırmadı! Hafize'den cesaret alan diğer kadınlar da, yavaş yavaş kocalarına baskı yaparak otobüslerde pencere kenarlarını kapmaya başladılar. Feminist hareketin o güne dek gördüğü en müthiş hak savaşını kadınlar ezici bir zaferle kazandılar ve artık günümüzde de kadınlar otobüslerde hep pencere kenarlarına oturmaya başladılar. Cemalettin gibi kılıbık olan erkeklerse ne yazık ki bu duruma hiç ama hiç seslerini çıkaramadan koridor tarafına oturmaya devam ettiler...

FriendFeed ile Paylaş

Ailesiyle Film İzlerken Sevişme Sahnesi Çıktı

25 Nisan 1997: Şimdilerin dünyaca ünlü sinema oyuncusu Michael Stone, 14 sene önce henüz ergenliğe yeni girmiş bir çocukken hayati bir tehlike atlattı.

Ailesiyle evinde oturmuş televizyon izlerken, kanallardan bir tanesinde çok tatlı, huzurlu bir aile filmine rastladılar. Michael'ın annesi güzel bir filme benzediğini belirterek, ailecek izlemeyi teklif etti. Ama zavallı kadın 45 dakika sonra olacakları bilse yine izlemek ister miydi, orası belirsiz...

Filmin tam 45. dakikasında film birden ilginçleşmeye başlamıştı. Aile filmi diye başlayan film, birdenbire 2 gencin sevişme sahneleriyle korkunç bir manzaraya dönüvermişti!!! Bu dönüşüm o kadar ani olmuştu ki, Stone ailesi üyeleri neye uğradıklarını bile anlayamadan bu sevişme sahnelerini izler durumda bulmuşlardı kendilerini.

Kumandayı elinde bulunduran Michael, kanalı değiştirip değiştirmeme ikileminde kalakalmıştı! Kanalı değiştirse, sanki ayıp bir şey varmış veya böyle bir durumdan rahatsız olmuş gibi görünecekti ve dikkat çekecekti! Kanalı değiştirmese, bu sefer anne babasıyla sevişme sahnelerini büyük bir gerginlik içerisinde seyredecekti! Kısacası iki ucu boklu değnek durumu söz konusuydu. Kaskatı gerilmiş, kumandayı sımsıkı tutmuş ve terler bir halde televizyona bakıyor, ne yapması gerektiğini bilemeden bir an önce bu sahnelerin bitmesi için dua ediyordu! Ailesiyle film izlerken çıkan sevişme sahnesinin gerginliğini en uç noktasına kadar hissetmekteydi!

Ama sevişme sahnesinin biteceği yoktu. Bir yandan babasının boğazında bir gıcıklık başlamış, durmadan öksürüyordu. Annesi ise oğlunun durumundan endişeliydi, acaba bunu kaldırabilecek kuvveti var mıydı Michael'ın?

Derken önce Michael'ın elleri gevşedi, kumanda elinden düştü. Ardından da koltuğa yığılıverdi... Kalbi bu duruma dayanamamıştı!

Hemen ayağa kalkan babası oğluna kalp masajı yapmaya başladı. Bir yandan da durmadan ağlayan karısına ambulansı aramasını söylüyordu. Hemen gelen ambulansla hastaneye kaldırılan Michael Stone, yapılan müdaheleler sonucu hayata tekrar geri döndürülebildi. Bedeni kısa sürede sağlığına kavuşan Michael'ın, yaşadığı bu büyük travma sonrası ruh sağlığının da yerine gelmesi için uzun süren terapiler alması gerekti.

Ünlü olduktan sonra kendisiyle yapılan röportajlarda yaşadığı bu olayın hayatında bir dönüm noktası olduğunu sürekli belirten Stone, her ne kadar bugün filmlerde aldığı psikopat adam rollerinin altından başarıyla kalkmasının sırrını bu olaya bağlasa da, tanrının hiç kimseye böyle acı bir olay yaşatmamasını da diliyor. 14 sene önce bugün yaşadığı bu trajik olayı kendisi çok zor atlattığı için de, yakın bir zamanda "Ailesiyle Film İzlerken Sevişme Sahnesi Çıkanları Koruma ve Destekleme Derneği" isminde bir yardım kuruluşu kurarak benzer olayı yaşayan çocuklara bir umut olmak istiyor.
FriendFeed ile Paylaş

Serçe Parmağın Tırnağını Uzatmak

19 Mart 1973: Şanslı olma hayalleri uğruna ortodontik tedaviyle ön dişlerini ayrık bir biçime sokturan Ali Dönmez, bu hareketin hayatında yaptığı en akıllıca şey olduğunu her fırsatta söylemiştir. Buna gerçekten inansa da, her yemek sonrası dişlerinin arasına kaçan yemek artıklarından da ne yazık ki bir o kadar rahatsız oluyordu. Bunun şanslı olmak uğruna göze alınabilecek küçük bir ayrıntı olduğunu söylese de, bu artıkları temizlemek için ne yol olsa denemeye hazırdı.

Ceplerinde sürekli kürdanlar taşıyordu, ama bana mısın demiyordu. Diş ipi kullanmaya başladı, yine çare olmadı. Diş fırçası ve macunu taşımaya başladı, ama bu da pratik değildi! Hem pratik hem de bu sorunu kökten çözen bir yol arıyordu...

Bilirsiniz ki tarihte büyük keşifler hep bir takım tesadüflerin birbirini tetiklemesiyle meydana gelmiştir. 38 sene önce bugün de işte tarihi tesadüfler bir araya gelerek inanılmaz bir olayın gerçekleşmesine izin verdiler.

Ali Dönmez o sabah erkenden kalkmış, kahvaltısını etmiş, duşunu almış ve evden çıkmadan önce de uzamış tırnaklarını kesmeye başlamıştı. Önce ayak tırnaklarından başladı, kıtır kıtır kesti hepsini. Sonra sol elinin tırnaklarını kesti, sağ eline geçti. Başparmak, işaret parmağı, orta parmak, yüzük parmağını kesti... Ama tam o sırada kahvaltıdan beri dişlerinin arasında kalmış uyuz bir zeytin parçası resmen sabrını taşırdı! Kahvaltıdan sonra üşendiği için dişlerini fırçalamamıştı, ama dişlerinin arasındaki o artık da sinirini resmen bozmuştu! Diliyle çıkarmayı ne kadar denediyse de başaramamıştı!

Tam son kalan serçe parmağının tırnağını da kesecekken tırnak makasını bıraktı ve sağ elinin serçe parmağını ağzına doğru götürerek iki ön dişinin arasına uzun tırnağını sokuverdi! Tek hamlede zeytin parçası dişlerden ayrılıvermişti!

Bu inanılmaz olay onu da çok şaşırtmıştı! Senelerdir denemediği yöntem, gitmediği doktor kalmamıştı! Oysaki az önce bu kadar basit bir yöntemle senelerdir çare bulamadığı sorununu çözüvermişti!

Hemen tırnak makasını yerine kaldırdı ve serçe parmağının tırnağını kesmekten vazgeçti! Böylece tarihte bugün ilk kez birisi sadece serçe parmağının tırnağını uzatmaya karar verdi!

Sokakta Ali Dönmez'i görenler, onun bu müthiş icadını tecrübe edindiler ve buna hayran kaldılar! Onun sayesinde dişlerinin arasında kalan yemek artıklarını temizlemenin işkence haline dönüştüğü bütün insanlar serçe parmaklarının tırnaklarını uzatarak çok daha düzgün bir psikolojiyle çok daha sağlıklı bir sosyal hayata doğru yelken açtılar!
FriendFeed ile Paylaş

Terli Terli Su İçti

21 Şubat 1999: Ülkemizin gururu dünyaca ünlü futbolcu Sabri Üzülmez, 1999 yılında bugün takımı "Milli Takım" ile çıktığı antrenmanda terli terli su içti!

Sabah antrenmanında çok neşeli olduğu görülen ve arkadaşlarıyla şakalaşan Sabri, o gün antrenmanın neşe kaynağı oldu. Bütün gün çok çalışan Sabri'nin, öğleden sonra tavırlarında hafif değişmeler görülmeye başlandı. Neşeli tavırlarının yerini büyük bir hırsın aldığı ve takım arkadaşlarıyla yapılan taktik antrenmanında arkadaşlarına sert daldığı gözlerden kaçmadı. "Yavaş dalsana oğlum, adam gibi dal" diye sinirlenen takım arkadaşlarının sözlerini duymazdan gelen Sabri, sinirli tavırlarını devam ettirdi.

Antrenman bitiminde saha kenarına koşan Sabri, antrenmanı izleyen annesinin tüm itirazlarına rağmen sevenlerini hayal kırıklığına uğratacak bir hareketle yerden su dolu bir şişe alarak terli terli su içti!!!

Ertesi gün bütün spor gazetelerine manşet olan Sabri'nin bu hareketi, haftalarca ülke gündemini meşgul etmişti. Neden terli terli su içtiğini araştıran gazeteciler, en sonunda antrenmanı izlemeye gelen Sabri'nin küçüklük aşkının bu olaya sebep olduğu sonucuna vardılar.

Küçüklük aşkını görünce eski duyguları kabaran Sabri, onu etkileyebilmek için bu tavırlara girmiş ve onun gözünde önemli birisi gibi gözükebilmek için terli terli su içmişti!
FriendFeed ile Paylaş

Yıldız Kayınca Dilek Tuttu

18 Şubat 1968: Babasından arabayı ilk kez koparan 18 yaşındaki Neil Johnson, o mutlulukla kız arkadaşı Sarah'a giderek akşam arabayla dolaşacaklarının müjdesini verir. Hava karardıktan sonra Sarah'ı arabayla alır ve kasabanın aşıklar tepesi diye de adlandırılan Edinburgh Bayırı'na giderler.

Genç çift romantik dakikalar geçirirken, Sarah birden kapıyı açarak dışarı çıkar ve arabanın ön kaputuna oturur! "Hadi gel yıldızlara bakalım" diye Neil'ı da yanına çağırır. Arabanın ön kaputuna sırt üstü yatarak o soğuk havada yıldızlara bakmaya başlarlar.

Soğuk havanın da etkisiyle bir süre sonra Neil'ın çişi gelir ama o romantik anın içine etmemek için tutmaya çalışır. Ama nereye kadar? Tutamayacak noktaya geldikten sonra en iyisi sevgilisine söyleyip bir ağaç veya elektrik direği bulup dibine işeyip gelmeye karar verir. Tam Sarah'ya söyleyecekken....

Gökte bir yıldız kayar!!! Sarah bu olağanüstü manzara karşısında kendisinden geçmişken, Neil bunu fark etmez bile. Tek derdi bir direk bulup işemektir.. "Sarah benim bir direk..." diye cümleye başlamışken Sarah'nın gözleri ışıldar ve onun lafını yarıda keserek "Aaaahhhh ne kadar da romantiksin, ne kadar harika bir fikir!!! Evet!!! Yıldız kaydı ve bir dilek tutmalıyız!!" der...

Ne olduğunu anlamayan Neil, Sarah'nın kendisini bu kadar romantik bulmasından ve bu kadar mutlu olmasından dolayı olayı bozuntuya vermez, birlikte bir dilek tutarlar.

Böylece tarihte ilk kez bir yıldız kaydığında birileri dilek tutmuş oldu!!

İşte bu olay yüzünden günümüzde insanlar her yıldız kaydığında manasızca dilek tutuyorlar.. Oysa ki aslında bir direk bulup işemeleri gerektiğini bilmiyorlar...
FriendFeed ile Paylaş

Orta Parmakla Arkadaşının Soğuktan Buz Kesmiş Kulağına Vurdu

17 Şubat 1855: Kırım'da Rus ordusuna karşı savaşan Ömer Paşa komutasındaki kahraman Osmanlı Ordusu o gün zafere çok yakındı! Ancak hava koşulları çok zorluydu ve hava gitgide daha da soğuyordu. Üst düzey komutanların planlarını yaptıkları çadırda en çok korkulan şey, düşmanın birden gaza gelip onları mağlup etmesinden çok, kahraman Osmanlı askerlerinin soğuktan donup ölmeleri ihtimaliydi..

Cephede de aynı şeyden korkuluyordu. Askerler ısınmak için her yolu deniyorlar, ama ne yaparlarsa yapsınlar tam olarak ısınamıyorlardı..

İşte o gün ortaya çıkan Erol isminde kahraman bir Osmanlı askeri öyle bir yöntem buldu ki ısınmak için, 25.000 askerin soğuktan donmasını engelleyerek Osmanlı'ya şanlı bir zafer kazandırdı!

Kendisine arkasını dönmüş olan arkadaşı Yusuf'un soğuktan kanı çekilmiş kepçe kulaklarını fark ettiğinde, içinde engel olamadığı büyük bir dürtü hissetti! Sağ elinin baş parmağıyla aynı elinin orta parmağını bir yuvarlak oluşturacak şekilde tutarak elini Yusuf'un sağ kulağına doğru yaklaştırdı...

Ve BAAMMM!!!!!! Orta parmağıyla Yusuf'un o soğuktan buz kesmiş kepçe kulağına öyle bir darbe indirdi ki, Yusuf neye uğradığını şaşırdı! İlk 2 saniye acı içinde kıvranıp küfrederken, 3. saniyeden itibaren harika bir his duydu içinde: Kulakları ateş gibi yanıyordu!!!

Kulaklarından çevreye yaydığı ateş sayesinde 25.000 kişilik Osmanlı ordusu donmaktan son anda kurtularak, Rus ordusu karşısında tarihe geçecek bir zafere imza attı! Ve bu görkemli zaferin arkasında, tabii ki en büyük pay Piyade Onbaşı Erol'undu aslında...
FriendFeed ile Paylaş

Belediye Otobüsünde Başında Dikilen Teyze Yüzünden Cinnet Geçirdi

16 Şubat 1999: İstanbul'da Kadıköy-Beylikdüzü seferini yapan belediye otobüsünde oturacak yer bulamayan 65 yaşındaki Sakine Ulaşlar, gözüne kestirdiği oturan bir gencin yanına giderek başında dikilmeye başladı. Yol boyunca oflayıp puflayarak kendisine yer verilmesini sağlamaya çalışan yaşlı kadının bu psikolojik baskısına dayanamayan genç(O.Ü.) cinnet geçirerek otobüstekileri öldürmeye başladı.

Tarihe kara bir sayfa olarak geçen bu günde Sakine Ulaşlar'ın da içinde bulunduğu tam 6 kişi öldü, 12 kişiyse yaralı olarak kurtuldu. Daha sonra polis tarafından tutuklanan O.Ü., teyzenin ona yaptıklarının yanında kendi yaptıklarının hafif bile kaldığını söyleyerek, tekrar aynı şeyler yaşansa yine aynısını yaparım dedi.

Tanıkların ifadeleri alındıktan sonra mahkemeye çıkarılan O.Ü., Sakine Ulaşlar'ın işkence yöntemi kullanmasından dolayı nefsi müdafaa gösterdiği gerekçesiyle 100 bin lira hafif para cezasıyla serbest bırakıldı.
FriendFeed ile Paylaş

Kaktüsleri Fazla Sulamanın Kadınların Bıyıklarına Etkisi Kanıtlandı

15 Şubat 1995: Tarihte bugün Türk bilim insanları, kaktüsleri haftada 2 kereden fazla sulamanın, sanılanın aksine kaktüslerin daha fazla testosteronu gaz olarak salgılamalarına yol açtığını ve böylece kaktüsle aynı odada uyuyan kadınların bıyıklarını aldırmak için kuaföre daha sık gittiklerini kanıtladılar.

2011 denekle yapılan bilimsel çalışmanın sonuçları daha sonra dünyanın en seçkin bilim dergilerinde de yayınlanarak bilim dünyasında büyük bir yankı uyandırdı. İnsan türünün, başka familyalardan canlılarla etkileşmesi sonucunda uğradığı fizyolojik değişikliklerin sosyal hayatlarını ne kadar etkileyebileceğini ortaya koyan çalışma, aynı zamanda canlıların üreme fonksiyonları için gerekli olan parametrelere bir yenisini daha ekledi.
FriendFeed ile Paylaş

Johnny Kerr Tuvalette Dergi Okuduğunu Açıkladı

15 Şubat 1989: 80'li yılların ünlü film yıldızlarından olan Johnny Kerr yaptığı bir basın toplantısıyla tuvalette dergi okuduğunu açıklayarak hayranlarını büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. Artık modern dünyada insanların önyargılarını yıkarak tuvalette dergi okuyanları garipsememelerini söyleyen Kerr, bundan sonra tuvalette dergi okuyan insanların toplumdan dışlanmamaları için çalışmalar yapacağını da sözlerine ekledi.

Sonraki yıllarda oynadığı filmlere mutlaka tuvalette dergi okuma sahnesi eklettirmesiyle adından çokça söz ettirdi ve insanların önyargılarını yıkabilmek için çok çalıştı. 2 kez Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterildiyse de ikisinde de kazanamadı. Kendisiyle yapılan röportajlarda, 12 sene önce bugün yaptığı o ünlü basın toplantısının hayatındaki dönüm noktası olduğunu her fırsatta dile getirdi.

Bugün tuvalette dergi okuyanları ayıplamayan bir dünyada yaşıyor olmamızı büyük ölçüde o günkü basın toplantısına borçluyuz..
FriendFeed ile Paylaş

Yeni Bir Kitap Alarak Okumak İçin Gaza Gelme Ama Sıkılarak Kitabı Yarım Bırakma Günü

12 Şubat: Her yıl Şubat ayının 12'sinde bütün dünyada kutlanan özel bir gün bugün: Yeni Bir Kitap Alarak Okumak İçin Gaza Gelme Ama Sıkılarak Kitabı Yarım Bırakma Günü!

Bu özel günde insanlar, genellikle gitmeyi akıllarına bile getirmedikleri ama bir alışveriş merkezinde gezerken rastladıkları bir kitapçıya giriyorlar. Kapıdan girmeleriyle birlikte etraflarını saran entelektüel havadan başları dönerek, o insanı kendine çeken harika kapaklı kitapları incelemeye başlıyorlar. Haklarında en ufak bir fikirleri olmayan bu kitapları ellerine aldıklarında, içlerinde inanılmaz bir kitap okuma isteği duyuyorlar birden. Kapakları o kadar renkli, sayfalar o kadar kağıttan, yazılar o kadar simetrik ki... Kitap okumanın ne kadar güzel bir şey olduğunu söyleyen ilkokul öğretmenlerini hatırlıyorlar birdenbire...

İşte o anda, ellerine hangi kitabı alsalar 2 saatte bitireceklermiş gibi hissediyorlar. Evet, okumak çok önemli! İlkokulda bıraktıkları kitap okumaya tekrar başlayacaklar ve akıllı, entelektüel birer insan olacaklardır artık!

İşte bu duygularla, en az 3 tane kitap alıyorlar ve ücretlerini ödeyerek evlerinin yolunu tutuyorlar. Eve girer girmez seçtikleri bir kitabı okumaya başlıyorlar. Çevirmenin önsözünü büyük bir dikkatle okuyorlar, yazarın önsözünü de okuyorlar ve hikaye başlıyor. Fakat bir süre sonra içlerinde mola vermek için yoğun bir istek duyuyorlar! Bir mola vererek 5 dakikalığına televizyona ve internete bakmak üzere kitabı bir kenara bırakıyorlar; ama 5 dakika sonra kesinlikle devam edeceklerini düşünerek tabii ki!

Ama o 5 dakikalık mola önce saatlere, sonra günlere ve haftalara dönüşüyor ve kitap bırakıldığı yerde duruyor. Ta ki, bir sene sonra yine Şubat ayının 12'sinde "Yeni Bir Kitap Alarak Okumak İçin Gaza Gelme Ama Sıkılarak Kitabı Yarım Bırakma Günü"'nü tekrar kutlayıncaya kadar!

Dünya Edebiyatçılar Derneği'nin 1998 yılında "Belirli Günler ve Haftalar" kitabına aldırdığı bu önemli günde bütün bunları yaparak, bu sayede senede en azından 10 sayfa okuyarak dünya üzerindeki cahilliği biraz olsun geriletmeye yardımcı oluyoruz. Eğer hala bu günü kutlamamışsanız, hemen en yakın alışveriş merkezine gitmeye ve insanlık görevinizi yapmaya davet ediyoruz hepinizi.
FriendFeed ile Paylaş

Şehirlerarası Otobüste Yanındaki Koltuğu Da Alan Adam

6 Şubat 1973: Görgüsüztepe'nin kendi halinde sakinlerinden olan Dutluk ailesinin bir gün kapısı çalınır ve gelen bir avukatın, uzak bir halalarından yüklü miktarda paranın miras kaldığını söylemesiyle hayatları bambaşka bir level'a geçer. Ama bu paraları alabilmeleri için ailenin babası Müfit Dutluk'un bizzat Ankara'ya gitmesi gerekmektedir.

Ellerine daha para geçmemiş olmasına rağmen, yakında ellerine yüklü miktarda para geçeceği için, olmayan paralarıyla tabiri caizse hayvan gibi alışverişe başlarlar. Tam da oturdukları köyün ismine yaraşır şekilde bir hayata daha yeni adım atmışlardı.

Üzerine başına en pahalı markalardan kıyafetler alan Müfit Dutluk'un en sonunda aklı biraz olsun başına gelir ve başvurması gereken son tarihten bir gün önce Ankara'ya yola çıkmak aklına gelir. Yanına jumbo boy bir bavul alır, ama içine az miktarda eşya koyar ki dönüşte paralara yer kalsın!

En yakın ilçenin otogarına giderek Ankara'ya giden bir otobüs firmasının yazıhanesine girer. Tam Ankara'ya bir bilet alacakken, şöyle bir duraksar... ve Ankara'ya bir bilet almaktan vazgeçerek o güne dek çoğu insanın hayalini kurup da yapmaya cesaret edemediği tarihe geçecek bir hareket yapmaya karar verir!

Müfit Dutluk, tam 38 yıl önce bugün şehirlerarası bir otobüste bir bilet almak yerine, yanındaki koltukla birlikte 2 tane bilet aldı! Böylece tarihe, şehirlerarası otobüste yanındaki koltuğu da alan ilk insan olarak geçti!

Bununla da yetinmeyip, otobüs full dolu olmasına rağmen, yol boyunca bir çok kez durarak yolcu almaya yeltenen otobüs şoförüne inat, yanına hiçkimseyi oturtmamayı başardı! Yanındaki koltuk boş olmasına rağmen ayakta giden yolcuların delici bakışlarını umursamayarak 8 saat boyunca hayatındaki en konforlu yolculuğu gerçekleştirmiş oldu.

Bu tarihi olaya tanıklık eden otobüs yolcuları sayesinde Müfit Dutluk kısa sürede bir şehir efsanesine dönüştü ve ondan cesaret alan yüzmilyonlarca insan o günden sonra uzun yolculuklarda yanlarındaki koltuğu da satın alarak, uyurken omuzlarına düşen kafalardan sonsuza dek kurtulmuş oldular!
FriendFeed ile Paylaş

Kulağına Güzel Gelen Her Müziği Dinleyen İnsan

2 Şubat 1998: Babasının karne hediyesi olarak aldığı Walkman'i yanından hiç ayırmayan 6. sınıf öğrencisi Aysel Saatçi, sıkı bir Mustafa Kızılgül hayranıydı. Ama bütün arkadaşları Britney Spears, N'SYNC, Backstreet Boys ve Doğuş dinlediği için, onların yanında bu hayranlığını belli etmekten biraz utanıyordu. Hepimizin bildiği gibi, o yaşlardaki çocuklar bu tip durumlarda biraz acımasız olabiliyorlar.

Sokakta yürürken bile sürekli kulaklıkları takılı olan Aysel'in bu durumu arkadaşlarını meraka sürüklemişti. Müzik muhabbeti açıldığında Aysel'in onlara hiç katılmadığını fark etmişlerdi, bir yandan da Aysel'in N'SYNC'in mi yoksa Backstreet Boys'un mu tarafını tuttuğunu merak ediyorlardı.

İşte 1998 yılının soğuk bir Şubat günü, 2 Şubat'ta, Filiz, Ebru, Ayşin ve Esra sokakta yürürlerken Aysel ile karşılaştılar. Kızlar, hangi grubun daha iyi olduğunu tartışıyorlardı ve 2'ye 2 eşitlik vardı. Birisinin bu eşitliği bozması gerekiyordu ve bu isim de Aysel olacaktı.

Hemen Aysel'i durdurarak N'SYNC mi döver, Backstreet Boys mu diye sordular. Neye uğradığını şaşıran Aysel, daha önce hiç dinlemediği bu iki grup hakkındaki soruya ne cevap vereceğini bilemedi. Bir anda rezil olma korkusuyla paniğe kapılıvermişti.

Ama kendisini çabuk toparladı. "Bence ikisi de aynı güzellikte" deyiverdi. Bu cevabı hiç beklemeyen arkadaşları, "Bir dakika ya, bu sorudan önce sana asıl kimleri dinlediğini sormak lazımdı. Hakkaten Aysel, hiçbirimiz bilmiyoruz ve çok merak ediyoruz, sen ne tür müzik dinlersin?" diye sordular.

İyice kapana kısıldığını fark eden Aysel, bu kapandan nasıl kurtulabileceğini çaresizce düşünmeye başladı... Ve çaresizlikle kıvranırken, tarihe geçecek o kelimeler kendiliğinden dökülüverdi dudaklarından: "Kulağıma güzel gelen her müziği dinlerim ben yaa..."!

Tam 12 sene önce bugün, tarihte ilk kez birisi kulağına güzel gelen her müziği dinlediğini söyleyerek tarihe geçti!

Bu cevap karşısında beyinleri kısa devre yapan kızlar hızla olay mahallinden uzaklaştılar. Etrafta bu olaya tanık olan insanlar, kulağına güzel gelen her müziği dinleyen bu genç kıza büyük bir saygıyla baktılar!

O tarihi günden sonra ne zaman topluluk içinde bir müzik muhabbeti açılsa, kendini beğenmiş insanların eline malzeme vermek istemeyen insanlar hep bu sihirli sözcükleri söylediler! Böylece Aysel'in sayesinde, birkaç bilinmeyen müzisyen ismiyle prim yaparak kız kaldırmaya çalışan tiplerin çağı kapandı, ve Büyük Apaçi Çağı'nın temelleri atıldı...
FriendFeed ile Paylaş

Dünya Tenis Raketiyle Gitar Çalma Günü

31 Ocak 1975: Rock müziğin dünyayı kasıp kavurması ile başlayan yeni çağa ayak uydurmak için herkes büyük bir değişime girmişti. Dünya üzerindeki milyonlarca tabu yıkılmış, ninelerimizin ayıpladığı şeyler birdenbire çok havalı oluvermişti.

O zamana dek bir delikanlının en önemli silahı, gerektiğinde uzaklara dalan o karizmatik puslu gözler iken, artık yanında taşıdığı ve gerektiğinde sahillerde kılıfından çıkartarak ateşin etrafında çaldığı gitarı oluvermişti! Melül melül bakışlar artık para etmiyordu. Yeni trend, gitar çalmaktı!

Milyonlarca genç gitar çalmayı öğrenmeye başlarken, bunların içinden yalnızca birkaç bini bu işin altından başarıyla kalkabiliyor, en azından Akdeniz Akşamları çalacak kadar öğrenebiliyordu. Geri kalanları ise sırtlarına astıkları gitarlarıyla İstiklal Caddesi'nde bir aşağı bir yukarı yürüyerek "Belki gitar çaldığımızı sanarlar" diye umut ediyorlardı. Yani kısacası, gençliğin büyük kısmı zor durumdaydı! Önceden çalgıcıya kız verilmezken, artık gitar çalmayana kız verilmiyordu. İnsanoğlu'nun soyu böyle giderse kuruyacak gibi görünüyordu...

Bilim adamları aylarca mesaiye kaldılar. Gençlere gitar çalmayı öğretebilmenin daha kolay bir yolunu arıyorlar, bu konuda yeni icatlar yapmaya çalışıyorlardı. Ama nafile, bir türlü başarılı olamıyorlardı! Ve zaman geçtikçe de, evde kalan erkeklerin sayısı gitgide artmaya devam ediyordu...

Derken Amerika Birleşik Devletleri'nin Los Angeles şehrinden bütün dünyayı kurtaracak bir haber geldi! Kıtlık sorunu çözülmüştü. James Mustaine isimli 6 yaşındaki bir çocuk, gitar olayına yepyeni ve mükemmel bir çözüm bulmuştu!

James o gün evinde bir konser izliyordu ve televizyonun sesini biraz fazla açmıştı. Hoşlandığı kızla kahve içmeye gidecek olan ama gitar çalmayı bilmediği için ne yapacağını bilmeyen abisi ise çok stresliydi ve televizyonun bu yüksek sesiyle daha da kudurarak kardeşini haşlamak için büyük bir hışımla James'in odasına girdi. Ama o anda gördüğü manzara karşısında donakaldı!!!

James'in elinde bir tenis raketi vardı ve onu sanki bir gitarmışçasına elinde tutarak televizyonun karşısında gitar çalma playback'i yapıyordu!

O anda James'in abisinin kafasında bir ampul patladı! Hemen kardeşinin elinden raketi zorla alarak hoşlandığı kızla buluşmaya gitti. Randevu sırasında yanında getirdiği radyoyu çıkardı ve güzel bir rock istasyonunu açtı. Raketi eline alarak sanki gitar çalıyormuş gibi yaptı!

Buluştukları cafedeki insanlar James'in abisinin bu harika konserine hayran kaldılar. Onun çevresinde bir halka oluşturarak bu gelecek vadeden genci büyük bir heyecanla dinlediler. Bu unutulmaz konserin ardından hepsi evlerine giderek tenis raketleriyle gitar çalma alıştırmaları yapmaya başladılar!

Bu raketle gitar çalma olayı bir anda bütün dünyaya yayıldı ve artık gitar çalmayı bilmeyen delikanlılar da en az gitar çalanlar kadar havalı oldular. Böylece küçük James sayesinde insanlık korkunç bir sondan kurtulmuş oldu!

O günden sonra takvimler ne zaman Ocak ayının 31'ini gösterse, bütün dünyada o tarihi günü anma etkinlikleri düzenlenir, James'in bu harika buluşu şenliklerle kutlanır.
FriendFeed ile Paylaş

Ünlü Olduğu İçin Bir Daha Dinlenilmeyen Müzik Grupları'nı Anma Günüı

30 Ocak: Her yıl takvimler 30 Ocak'ı gösterdiğinde hepimizin gözleri dalar, eski yıllara döneriz. Hepimizin içinde adeta bir evlat acısı gibi yer edinmiş ve izini bırakıp gitmiş kocaman bir yara var ya hani, işte o yarayı açanları hatırlarız bugün!

Bugün, "Ünlü Olduğu İçin Bir Daha Dinlenilmeyen Müzik Grupları'nı Anma Günü". Bugün hepimizin acısı büyük...

Hani, gençlik yıllarınızda şans eseri keşfettiğiniz ve hiç kimsenin bilmediği bir grup vardı! Sadece siz, ve sizin gibi üç beş insan bilirdi bu müzik grubunu. Adeta sizin evladınız gibiydi, en büyük destekçisiydiniz siz onların. Popüler oldukları için değil, sadece siz bildiğiniz için seviyordunuz hani. Arkadaş ortamında "Ben de işte şu grubu dinliyorum yeaa" diyerek, kimsenin bilmediği bir grubu dinlemekten ötürü havanızdan geçilmiyordu hani. Sonra birden bir albüm çıkardılar ve müzik piyasasını dağıttılar, çok ünlü oldular ve milyonlarca insan bu grubu dinlemeye başladı hani... Onlar ünlü olunca küstün onlara, sırf artık herkes o grubu bildiği için şarkıları hoşuna gitse de artık dinlememe kararı aldın hani..

İşte bugün hepimiz, ünlü olduğu için bir sevgili edasıyla terk ettiğimiz o müzik grubunu anıyoruz! Bütün dünyada yüz milyarlarca insan bugün, o terk ettiği grubun en sevdiği ama uzun zamandır dinleyemediği şarkılarını dinliyor!

Biz de Tarihte Bugün Bir Şey Oldu ekibi olarak birazdan Demet Akalın'ın en güzel şarkılarını açıp rakı ve gözyaşları eşliğinde dinleyip bebeklik dönemimizi yad edeceğiz... Ah be Demet, ünlü olunca çok bozdun kendini... Hepinize eski dostlarla güzel vakit geçirmenizi diliyoruz...
FriendFeed ile Paylaş

Her Telden Yazan Blog Yazarı

29 Ocak 2007: Arkadaş muhabbetlerinde "Hafız bu internette ne paralar dönüyo var ya.", "Abi adam bi site açmış, şimdi oturduğu yerden para kazanıyormuş.", "Bu internet işinde çok para var, adamlar çok para kazanıyorlar." gibi cümleleri duyarak belli bir gaz seviyesine getirilmiş bir sürü insan, bu sözde çok para kazanan insanlardan birisi olma hayallerini gerçeğe dönüştürmeye karar vermişlerdi. Ama internet cafelerden girdikleri bu internete çok yabancıydılar ve bir web sitesi nasıl yapılır en ufak fikirleri yoktu.

İşte tam da o zamanlarda blogların yaygınlaşması bu girişimcilerin önünü açmış oldu. Hiç uğraşmadan bir web sitesi yapabiliyorlardı, artık tek ihtiyaçları olan para kazanabilmek için bir web sitesi açmaktı. Ama o anda fark ettiler ki, web sitesinin ne hakkında olacağıyla ilgili en ufak fikirleri yoktu! O zamana dek çoktan açılmış ve zaten var olan web siteleri dışında akıllarına bir şey gelmiyordu!

Para dolu kasa önlerinde duruyor, ancak bu kasayı açacak anahtarı bir türlü bulamıyorlardı!

En sonunda Rasim Sarıkanat isimli lise son sınıf öğrencisi bu tıkanıklığa bir son vererek bütün bu girişimcilere yepyeni bir yol açtı ve milyonların peşinden gitmesini sağladı! Öyle bir şey buldu ki, milyonlarca insan onu taklit ederek milyonlarca dolar kazandı. Onlar da fakirhanelerine Jaguar marka otomobilleriyle kasaptan bir kilo kıyma alarak gitmeye, pantolonlarının arka cebinde iPhone taşımaya başladılar.

Rasim Sarıkanat, sadece dahilerin aklına gelecek bir fikirle, yeni açtığı blogunda "her telden" yazmaya başladı!

Böylece tarihte bugün dünyanın ilk her telden blogu açılmış oldu!

Rasim'den sonra milyonlarca her telden blog açıldı. Bu blog yazarları, kafalarına ne eserse onu yazıyorlar, böylece her konu hakkında bir şeyler bulunuyordu bloglarında. Konu sıkıntısı da çekmiyorlardı. Rasim sayesinde bunalım takılan ergen gothic kızların bloglarından sonra adeta ikinci bir bomba patladı blog dünyasında! Hepsi de bloglarına ekledikleri kocaman Google Adsense reklamlarıyla kısa sürede korkunç paralar kazandılar ve onlar sayesinde bir sürü yeni "Bu internet işinde çok para var hacı"'cılar çıktı piyasaya.
FriendFeed ile Paylaş

Kafasına Kuş Sıçınca Piyango Bileti Aldı

28 Ocak 1968: Ali Veli Dizginci, dünyanın en cenabet adamı ödülüne aday olacak kadar şanssız bir beyfendi olarak hayatını sürdürüyordu. Bir insan bu kadar mı şanssız olur sorusunun gerçek anlamını onu görünce anlıyordunuz.

Ne zaman evden dışarı adımını atsa ya yağmur başlar ıslanırdı, ya önünden geçen bir araba üzerine çamur sıçratır, ya da fırında ekmek kalmaz ve yukarı mahalledeki fırına gitmek zorunda kalırdı. Bu şanssızlığını o da kabullenmişti ve bu yüzden evden dışarı da çok nadir olarak çıkıyordu.

Bir sabah evinin kapısı çaldı ve kendisine bir telgraf geldiği söylendi. Telgraf abisindendi, annelerinin rahatsızlandığını ve bir an önce İstanbul Tıp Fakültesi'ne gelmesini söylüyordu. Normalde zar zor dışarı çıkan Ali Veli, söz konusu annesinin sağlığı olunca hemen hazırlanarak dışarı çıktı ve Tıp Fakültesi'ne doğru yola koyuldu.

Endişeli bir biçimde fakültenin üst ana giriş kapısına varmıştı ki, korkunç bir şey başına geldi!

Kafasının tam tepesine "fçıkk" diye bir şey dökülmüştü! Elini kafasına dökülen şeye götürdü ve bir eline baktı, bir gökyüzündeki uzaklaşmakta olan martıya... Kafasına kuş sıçmıştı!

İşte o anda büyük bir yıkım yaşadı Ali Veli! O güne dek bütün hayatı boyunca sayısız şanssızlıklar yaşamıştı. Başına, gerçekleşmesi imkansız trilyonlarca şey gelmişti. Ama bu... Yaklaşık 510 milyon kilometrekarelik koskoca dünya yüzeyinde bir kuş geliyor ve 0,5 metrekarelik bir alana nokta atışı yaparak onu bulduruyordu! 510 milyon kilometrekarede 0,5 metrekare! Böyle bir olasılığın tutması mümkün müydü? Bir insan bu kadar şanssız olabilir miydi gerçekten?

Büyük bir acıyla dizlerinin üstüne çöktü, kuş bokuyla kirlenmiş ellerini havaya kaldırarak acıyla bağırdı Ali Veli, lanet okudu bu şanssızlığına!

İçindeki nefreti dışa vurunca biraz sakinleşti, etrafına bakınmak için kafasını kaldırdı. Kaldırır kaldırmaz da onu perişen eden bir başka şeyle göz göze geldi: Bir piyango bileti satıcısıyla!

"Allah'ım! Bu nasıl bir sınavdır, nasıl bir sınavla test ediyorsun beni Yarabbim?!" şeklinde isyan etti ve hızla ayağa kalkarak piyangocuya doğru gitti. "Hepiniz benimle dalga geçiyorsunuz dimi? Bu bir oyun dimi? Hepiniz beni izleyip eğleniyorsunuz biliyorum! Hani, kameralar nerede? Nereye el sallayacağım??" diye piyangocuya bağırmaya başladı. Piyangocu ise neye uğradığını şaşırmıştı! "İzin vermeyeceğim! Beni delirtmenize, benimle eğlenmenize izin vermeyeceğim! Ben güçlüyüm, hepinizin düşündüğünden daha güçlüyüm!" diye devam etti Ali Veli. "Sizin oyununuzla yeneceğim sizi! Başkaldırıyorum size!" dedi ve inadına piyangocudan bir adet çeyrek bilet satın aldı!

Böylece tarihte bugün ilk kez kafasına kuş sıçan birisi gidip piyango bileti aldı!

Çekiliş 3 gün sonraydı. Piyangonun kendisine çıkmayacağını bilen Ali Veli, bileti çoktan unutmuştu bile. Çekilişin ertesi sabahı aldığı gazeteyi okurken, başından aşağı kaynar sular dökülüverdi!

9999999 numaralı bilete büyük ikramiye çıkmıştı! Bu, onun çektiği uğursuz biletti! Bir tomar bilet arasından seçtiği biletin numarasının bu olduğunu görünce bir kez daha küfretmişti o uğursuz gün. Ama oysa ki büyük ikramiye bu bilete çıkmıştı, onun biletine!

Büyük ikramiyenin çıktığı bileti duyan o piyangocu adam da şok olmuştu bu haberi öğrenince! Çünkü o gün Ali Veli'nin kafasına kuş sıçmasına o da şahit olmuştu ve dünyanın en şanssız insanını gördüğüne gerçekten inanmıştı. Oysa ki sandığının tam tersiymiş! Demek ki, insanın kafasına kuş sıçması şanssızlık falan değilmiş, tam tersine büyük ikramiyenin habercisiymiş.

Bu gerçek hikayeyi yayan piyangocu sayesinde o günden sonra ne zaman birinin kafasına kuş sıçsa, hemen gidip bir piyango bileti aldı. Bizim piyangocu ise asrın çakallığını yaparak o günden sonra biletlerini Eminönü'nde satmaya başladı. Böylece oradaki güvercinler ne zaman birinin kafasına sıçsa, en yakında olan piyangocu o oluyordu!

Ali Veli ise o gün hemen biletini aramaya koyuldu. Ama nereye baktıysa da bir türlü bulamadı bileti. En sonunda sobanın üstüne astığı pantolonu takıldı gözüne; daha yeni yıkadığı pantolonu! Hemen ceplerini aradı ve eline gelen parça parça olmuş ıslak kağıtlarla yıkıldı, yere kapandı ve ağlamaya başladı...
FriendFeed ile Paylaş