Bana Gelişi O Fiyata Abla

31 Ağustos 1531: Tarihte bugün ilk kez bir satıcı, pazarlık yapmaya çalışan müşterisine "Bana gelişi o fiyata abla!" dedi.

Zamanının ticaret merkezi, en uygun fiyatlara ulaşabileceğiniz tek adres olan İstanbul Kapalıçarşı'da orta büyüklükte bir dükkana sahip olan Abdülbaki Bey, kadın giyim sektöründeydi. Terlikten tutun elbiseye kadar her türlü kadın giysisi satılmaktaydı.

İyi yürekli bir adamdı Abdülbaki Bey. Herkes güzel giyinsin, herkes güzel görünsün diye müşterilerine her türlü indirimi yapar, mallarını çok ucuza satardı. Bu yüzden de evde karısıyla hep kavga ederlerdi. İşleri iyi olmasına rağmen, çok fazla para kazanamıyordu. Ama ruhunda yoktu bir kere, pazarlık yapanlara karşı sert duramıyordu, ne diyeceğini bilemiyordu.

O gün artık kararını vermişti. Kararlıydı, pazarlığa izin vermeden yüksek karla satacaktı mallarını. Önceki gece karısıyla yine büyük bir kavga etmiş, karısının gazlamaları sonucu bu kararı vermişti. Ama bunu nasıl başaracağını bilemiyordu. Müşterileri, alışveriş konusunda çılgına dönmüş kadınlardı. Onlara karşı durmak neredeyse imkansız gibiydi, onlarda korkuyordu.

Bunları düşünürken, o günkü ilk müşterisi girdi içeriye. Abdülbaki Bey'i bir korku sardı. Müşterisi şöyle bir etrafa bakındı, sonra hiçbir şey almadan çıktı gitti, Abdülbaki Bey derin bir nefes aldı. Ama hemen ardından başka bir müşteri daha girdi.

Kadın bir sürü ayakkabı denedi, ama en sonunda yine en başta denediği ayakkabıda karar kıldı. Ardından kadın başladı pazarlığa.

Abdülbaki Bey ne yapacağını şaşırdı. Pazarlığa karşı durmak istiyor, ama ne söyleyeceğini bilemiyordu. Kadın "Düz 50 akçe olsun ben de alayım ayakkabıyı gideyim" dedikten sonra, Abdülbaki Bey'in ağzından o tarihi sözler istemsiz bir şekilde çıkıverdi: "Bana gelişi o fiyata abla!! Valla o kadar indirim yapamam! Zaten neredeyse hiç kar etmiyoruz biz bu ayakkabılardan. Herkes alsın, giysin böyle kaliteli ayakkabı diye zaten çok ucuz tutuyoruz fiyatlarını!".

Ağzından çıkan bu laflara Abdülbaki Bey de şaşırmıştı, çünkü bu ayakkabıları satarken, nasıl olsa indirim yapıyorum diye üstüne korkunç bir kar koyuyordu. Ama yine de sesini çıkarmadı, kadının vereceği tepkiyi bekledi.

Kadın şöyle bir baktı, "Tamam o zaman dediğiniz gibi olsun" diyerek ayakkabıları hiç indirim yapmadan aldı.

O günden sonra Abdülbaki Bey hep bu sözü kullanmaya başladı. Satışlardan korkunç bir kar elde etti, çok zengin oldu. Abdülbaki Bey'in bu taktiği, kulaktan kulağa bütün satıcılar arasında yayıldı ve günümüze kadar geldi. İşte günümüzde artık pazarlıkların olmazsa olmazı olan bu söz, Abdülbaki Bey'in eseriydi.
FriendFeed ile Paylaş

Kola Bardağıyla Şerefe Yaptı

27 Ağustos 1998: Tarihte bugün ilk defa, içki masasında oturup da içki yerine kola içen birisi arkadaşları "Şerefe!" yaparken kolasıyla şerefe yaptı.

Bir grup üniversite öğrencisi o gece yaz okulunun bitimini kutlamak üzere soluğu Nevizade'de almışlardı. Çoğunluğu üniversite 1. sınıfı yeni bitirmişti ve kutlama denilince akıllarına arkadaşlarından duydukları Nevizade dışında bir yer gelmiyordu. Üstelik yine çoğunluğu hayatlarında doğru düzgün içki de içmemişlerdi.

Ama bu sefer kararlıydılar. Çok zor bir seneyi geride bırakmışlardı ve artık günaha girmenin tam zamanıydı. Bunu hak etmişlerdi. Bu gece çok içip sarhoş olacaklar, bir sürü güzel kıza asılacaklardı.

İçlerinde Ahmet isimli bir genç de vardı. Mutaasıp bir ailenin 3. çocuğu olan Ahmet, o güne kadar içki içmeyi bırakın, böyle bir ortama dahi girmemişti. Ama üniversite onu da çok yıpratmıştı. Arkadaşlarının "Oğlum çok eğlenicez lan! Hadi sen de gel bak süper oluyo çok eğleniyoruz oğlum. İçmezsin nolcak yaa??" çağrılarına daha fazla kulaklarını tıkayamamış, içinde büyüyen o büyük meraka yenik düşmüş ve arkadaşlarının peşine takılıp gelmişti.

Herkes bira siparişi vermiş, aralarından bazı daha tecrübelileri adeta hava atarak votka istemişlerdi. Ahmet ise sadece kola istemişti. İçkileri beklerken muhabbet iyice koyulaştı, herkes tam moduna girdi.

İçkiler geldiğinde herkes daha içmeden sarhoştu aslında. Hepsi birlikte içkilerini kaldırdılar ve "Şerefeeee!!!" diye bağırmaya başladılar. Ahmet o kadar moda girmişti ki, kola içtiğini unutmuş, sanki o da alkollü bir içki içiyormuş edasına kapılmıştı. Masanın ortasında havada birleşen içkilere, o da yüzünde mutlu bir sırıtışla kolasını kaldırarak eşlik etti ve o tarihi an gerçekleşti!


Ahmet'in arkadaşları bir anda donup kaldılar, neye uğradıklarını şaşırdılar. Gülüşmeler, konuşmalar kesildi, herkes birden ciddileşti. Bununla beraber ne olduğunu anlamayan Ahmet'in yüzündeki sırıtma da yavaş yavaş silindi. "Noldu beyler?? Neden sustunuz?" derken, elindeki kola bardağını o da fark etti ve dehşete düştü!

"Hacı, o elindekinin kola bardağı olduğunun farkındasın dimi??" diye Ahmet'e soranlar oldu. Ahmet, başını yavaşça evet anlamında salladı, ama büyük bir cesaret örneği göstererek kolasını indirmedi! Ne yapacağını bilemeyen ortamdaki diğer gençler, "iyi peki madem, hadi şerefe" diyerek onunla şerefe yaptılar.

İşte o gün Ahmet'in kazandığı büyük zafer, daha sonraki nesiller için bir örnek teşkil etti. O günden sonra içkili bir ortama girip içki içmeyen, ama ortamdan büyük bir keyif alan kişiler kolalarını, meyve sularını, ice tea'lerini havaya kaldırıp "Şerefe!" dediler, ortama eşlik ettiler.
FriendFeed ile Paylaş

Yemekten Önce Kolayı Açıp Da Getiren Garson

22 Ağustos 1956: Geçmişte bugün ilk kez bir garson, şişesinin kapağını açtığı kolayı yemekten önce masaya getirdi.

İzmir'deki Öz Leziz Lokantası, döneminin orta sınıf aile lokantalarından birisiydi. Menülerinde çorba, her çeşit ızgara ve tatlı bulunuyordu. Alkollü içki bulunmamaktaydı. Fiyatları da gayet uygundu. Bu uygun fiyatlar sayesinde de çok müşteri çekmekteydi.

Ancak lokantanın sahibi Eşref Kamil, daha çok kar etme amacı güdüyordu. Küçük hesaplar peşindeydi. Bir gün kasanın başında yine hesap işleriyle uğraşırken, aklına dahiyane bir fikir geldi. Hemen şef garson Önder Toprak'ı çağırdı ve kulağına bir şeyler fısıldadı.

Yılların eskitemediği emektar garson Önder Toprak, duyduklarına inanamadı. Gözleri fal taşı gibi açıldı! "Ama efendim... 40 yıllık garsonluk hayatımda hiç böyle bir şeyle karşılaşmadım!" dediyse de, maaşını patronu ödediği için çaresiz kabul etti.

O gün Gümüş ailesi, lokantaya ilk kez gelmişlerdi. 4 köfte ve 4 kola siparişi vermişlerdi. Siparişlerini, Önder garson aldı. 5 dakika sonra Önder garson masaya geri geldi, ama bu sefer elinde 4 tane kapağı açılmış kola şişesi ve 4 tane de boş bardak ile birlikte.

İşte tarihteki bu önemli olay, aslında o anda gayet sönük gerçekleşti. Kolalar bardaklara döküldü ve masaya bırakıldı, sonra da Önder garson mutfağa geri döndü.

Köftelerin gelmesine kadar geçen 20 dakikada, kolaların bütün asitleri kaçmaya başladı. Kolanın asiti kaçınca tadının gittiğini düşünen Gümüş ailesi üyeleri de, hem kola ziyan olmasın diye, hem de önlerinde açık duran kolanın karşı konulamaz çekimine karşı koyamadıkları için yudum yudum kolalarından içmeye başladılar. Sadece evin babası Ahmet Bey kolasına hiç dokunmadı.

20 dakika sonra köfteler geldiğinde, 3 kola tamamen bitmiş, 1 kolanın ise gazı kaçmış ve ısınmıştı. İçilemez haldeydi! Yemeklerini yemeye başlayan Gümüş ailesi, köftelerin kuru kuru boğazlarından geçmediğini anlayınca, 4 kola daha sipariş ettiler. Ve işte o anda, lokanta sahibi Eşref Bey'in yüzünde bir zafer ifadesi yerleşti. Bu küçük çakallığı sayesinde, bir kerede 4 kola daha satmıştı!

O günden sonra, bir çok lokanta aynı taktiği izlemeye başladı. Gelen müşterilerine sormadan, kolaları kendileri açıp öyle götürdüler masaya, üstelik asitinin kaçacağını bile bile.
FriendFeed ile Paylaş

Belediye'nin Yaptığı Tuzlamaları Protesto Etti

17 Ağustos 1984: Bir kardanadam, belediyenin yaptığı tuzlamaları protesto amaçlı ölüm orucuna başladı.

Şili'de 1984 yazında çok fazla kar yağmıştı. Bütün yollar tıkanmış, ulaşım felç olmuştu. Bunun üzerine 5bin nüfuslu Chikoro isimli küçük bir kasabanın belediyesi, tuzlamalara başladı.

Tuzlamalar etkisini çabuk gösterdi buz tutmuş yollar açılmaya, bir yandan da karlar daha çabuk erimeye başladı.

Bunun üzerine şehir meydanında bir kardanadam, protesto amaçlı ölüm orucuna başladı. Belediyenin yaptığı bu tuzlamalar yüzünden hayat sürelerinin kısaldığına dikkat çekmeye çalışan kardanadam Chucky, "Yakında ölmüş olacağım" yazılı bir pankartı boynuna geçirerek direkt güneş alan bir açıklığa oturdu.

Duyarlı Şili halkı, Chucky'nin yanında yer aldı, ama yolların kapanma riskini de göze alamadılar. Bunun üzerine belediye, Chucky'yi Hal'deki balıkçılara götürerek orada buzların arasında daha uzun ve konforlu bir hayat sürmesini sağladı.
FriendFeed ile Paylaş

Ayran İçince, Bıyığın Çıkmış Dedi

12 Ağustos 1091: Tarihte bugün ilk defa, ayran içerken dudağın üstünde kalan beyazlığa "ehueheuhe bıyığın çıkmış" esprisi yapıldı.

Bugünkü Balıkesir'in Susurluk ilçesinde, o zamanın Türk akıncıları bir köyde dinleniyorlardı. Bizans çok yıpratılmış, geri çekilmeye zorlanmıştı. Ama bu sırada askerler de çok yorulmuşlardı ve dinlenmek için bir köyde oturmuşlar, soluklanıyorlardı. Bir yandan da köylüler bu kahraman savaşçılara ayran dağıtıyorlardı.

Bu kahraman akıncılar arasında, Köse İsmail isimli bir asker de vardı. 30 yaşındaydı, ama hala bıyıkları terlememişti. En yakın dostu Kara İbrahim ile oturup muhabbet ediyorlardı. Bir yandan da kendilerine de ayran için sıra gelmesini bekliyorlardı. Oysa ki bir takım akıncılara 2., 3., hatta 4. bardaklar bile gelmiş, kimisinden "Çatlıycam artık. Ana, dolu!" lafları gelmeye başlamıştı.

Sonunda Köse İsmail ve Kara İbrahim'e de sıra geldi ve ayranlarını alıp içmeye başladılar. Köse İsmail'in biraz tansiyonu düşmüştü, o yüzden bol tuzlu ayranı bir dikişte bitiriverdi.

Bardağı ağzından çektiğindeyse, Kara İbrahim kahkahalarla gülmeye başladı. "Ne oldu lan niye gülüyon Kara???" diye sordu İsmail. Ama sormaz olaydı. Yüzyıllar boyu bu topraklarda anılacak o ünlü geyiği yaptı İbrahim: "Ehuehuehuehue lan Köse, bıyığın çıkmış oğlum".

Köse İsmail'in bıyığı çıktığını işitenler, büyük şaşkınlıkla hemen o tarafa döndüler. İsmail'in dudağının üstündeki beyazlığı gören, gülmeye başlıyordu.

O günden sonra, bu espri dilden dile, kuşaktan kuşağa geçti. Ne kadar bayık olursa olsun, ne zaman ayran içilse bu espri yapıldı ve günümüze kadar geldi.
FriendFeed ile Paylaş

Bak Fıkrayı Biliyorsanız Anlatmıyayım

6 Ağustos 1937: Yıllar önce bugün, fıkra anlatan bir adam fıkraya başlar başlamaz ikide bir "Biliyor musunuz bu fıkrayı? Bak biliyorsanız anlatmıyayım. Daha önce duydunuz mu doğru söyleyin." laflarını söyleyerek anlattığı fıkranın içine etti.

Dursun Şaşmaz isimli vatandaş, meyhanede arkadaşlarıyla oturup bir yandan demlenmekte, bir yandan da muhabbet etmekteydi. Ama henüz sarhoş olmamıştı, kafası biraz güzeldi o kadar.

Dursun'un arkadaşları çok kafa insanlardı. Yapılan geyiğin haddi hesabı yoktu. Derken Dursun da bu geyikten kendi payına düşen saygıyı almaya karar verdi. Bir fıkra anlatarak arkadaşlarını gülmekten öldürecekti ve onların gözünde çok daha önemli bir insan halini alacaktı, hak ettiği saygıyı görecekti artık.

Bir an için muhabbet durulmuş, ortalık sessizleşmişti. Bu fırsatı kaçırmadı Dursun, "Size bir fıkra anlatayım mı?" diye sordu. Arkadaşları da büyük bir heyecanla "Anlat hacı tabii yaa" dediler.

"Bir İngiliz, bir Fransız, bir de bizim Temel.." diye başladı, ama hemen arkasından büyük bir heyecan kapladı bütün vücudunu. Titremeye başladı. O tarifsiz korkuyu içinde hissetti: Ya arkadaşları fıkrayı beğenmezse? Ya komik anlatamazsa? Daha da kötüsü, ya fıkrayı zaten daha önceden biliyorlarsa???

"Duydunuz mu bu fıkrayı daha önce?? Bak oğlum biliyorsanız söyleyin, boşuna anlatmıyayım" dedi Dursun, arkadaşları bilmediklerini söylediler. Sonra devam etti Dursun, bir cümle daha söyledi. Bir yandan da arkadaşlarının yüz ifadelerini kontrol ediyordu, acaba fıkrayı biliyorlar mı diye! Ve bir anda tekrar heyecan baştı Dursun'u.

"Oğlum biliyorsunuz dimi ya? Anlatmıyayım bak biliyorsanız" dedi. Ama arkadaşları tekrar bilmediklerini söylediler. Bu şekilde fıkranın sonuna kadar belki 100 defa bu soruları sordu. En sonunda fıkra bittiğinde de, sorulan sorulardan sıkılan arkadaşları aslında komik olan fıkraya hiç gülemediler, çünkü hevesleri kaçmıştı.

İşte dünyada ilk kez Dursun Şaşmaz isimli vatandaşta görülen bu rahatsızlık, daha sonra bulaşarak yaygınlaştı. "Fıkrayı biliyorsanız anlatmayayım hastalığı" olarak tıp literatüründe yerini alan bu rahatsızlık sonucu, anlatılan fıkranın içine edildiği ve anlatan kişide paranoyak etkilere yol açtığı ortaya çıktı. Dünya Sağlık Örgütü(WHO)'nün en tehlikeli hastalıklar sıralamasında şu anda 4. sırada yer alıyor.
FriendFeed ile Paylaş